Uzun bir aradan sonra merhaba.
Buralara yazmayalı 9 ay oldu. Tam 9 ay sonra yazdığım bu ilk
merhaba elbette samimi ve sıcacık. Okuyan herkesi kucaklayan bir merhaba,
sarılan, koklayan, gözlerinin içine bakarak "iyi ki buradasın" diyen
bir merhaba. Okuyanın değil de yazarın buna çok ihtiyacı olduğundan sarf edilmiş
bir merhaba.
Uzun ve benim için sancılı bir aradan sonra merhaba sevgili dost. Yaralı, küskün, çaresiz bir
merhaba. 9 ay içinde en sevdiği insanlardan ikisini toprağa vermiş, terk
edilmiş, kayıplarla dolmuş bir merhaba. Hiçte merhaba değil aslında ama yazdım
ya! İhtiyacım var buna. Esirgeme, sende sarıl lütfen bu merhabama.
9 ay içinde ben yalnızlığı öğrendim. Terk edildim, hayatta en
sevdiği varlık olan ve uğruna can vermeyi göze aldığı sevgilisinden, eşinden,
karısından ayrı düştüğünde yaşama nasıl tutunulamazmış öğrendim mesela. Hayat uğruna
çok umut biriktirilmesi gereken bir şey değilmiş bunu öğrendim. Ben böyle olduğum
için hayat öyleymiş öğrendim. Hiç olmayı öğrendim sevgili dostum. 35
yaşında bir adamın nasıl "hiç" kalabileceğini öğrendim.
Büyük annemi kaybettim. Sözüm vardı diye, kendi ellerimle toprağa
verdim. Küçükken dizlerine yatardım. Tombiş dizlerine yüz üstü yattığımda bir
yandan sırtımı sıvazlar, bir yandan hikayeler anlatırdı bana. O hikayeler
genelde dedemin ve babamın yaşadıklarından derlenen ve babaannemce bir üslup
edinmiş hikayeler olurdu. Bunu o küçücük fikrimle anlardım ben. Uyduruk
hikayelerle bana ders vermek niyetindeydi. Her biri birbirinden Makbule ce
öykülerdi onlar.
Bayramda Makbule annemin mezarına gittim. Toprağını sıvazladım ve
hikayemi anlattım. O'nu ne kadar çok özlediğimi hissettim. Hayatımın geri
kalanında bazı insanları çok özleyerek yaşamaya mecbur kalacağımı öğrendim.
Amcamı kaybettim. Babam kadar büyümemde emeği olan adamdır.
Akciğer kanseriydi. Yıllardır Almanya'da tıbbi imkanlar daha geniş olduğundan
mıdır nedir 10 sene kadar daha yaşatmayı becerebildiler. Oysa burada 6 ay ömür
biçmişlerdi. Artık her tarafına yayılan o illetin canını kemirdiği amcam yurda
döndü. Bu hastalığı vücudunda ilerleyen insanlara söylenen o klasik "bırakın ne istiyorsa yapsın, yapacak bir şey kalmadı"
aşamasındaydı ve ömrünün son haftalarıydı bizimle geçireceği.
Evinin balkonunda oturuyorduk. Bahçesine baktı uzunca bir süre ve
bana dönüp "seneye şu ağaçları budayacağım kolega" dedi.
Fabrikada
birlikte çalıştığı genç bir İsveç'li varmış. Bana benzetirmiş o adamı. Adam
amcama Lehçe ve İsveççe "iş arkadaşı" anlamına gelen kollega (ya da
kolega) diye hitap edermiş. Yıllardır bana bu adamla benzerliğimiz yüzünden
kollega demiş. Ben amcam öldükten sonra anlamını öğrendim bu kelimenin. Ne
boktan bir yeğenmişim değil mi? Ne boktan bir adammışım.
Amcam bana "seneye şu ağaçları budayacağım" dedikten üç
gün sonra hayata gözlerini yumdu. Öleceğini bile bile, o sonsuz yolculuğa
çıkacağını bile bile "seneye" diye bir umudu vardı. O ağaçları
budayamayacağını biliyordu. Çayından bir yudum almak için bardağı kaldıracak
gücü yokken o ağaçları budayabileceğine inansaydı, bardağa ve titreyen ellerine
bakıp gülmezdi bence. Gülerken ki ifadesi "he he budarsın amına
koyayım" gibiydi çünkü.
Hayatımı kaybettim. Boşandım dostlar. Aynı evin içinde iletişim
koptuğunda ve soğuk rüzgarlar araya girdiğinde kendine ördüğün duvar o yuvayı
ayakta tutmuyormuş öğrendim. Hiç kavga etmeden, usul usul, yavaş yavaş,
direnemeden, anlamadan, anlatamadan ayrıldım sevdiğimle. Boşanma evraklarını
imzaladığımız gün değil, evden ayrıldığım sabah eşimin ağzından dökülen "üzgünüm böyle
olsun istemezdim" sözleriyle vedalaşmak zorunda kaldığımda kaybettim hayatımı. 17
Mayıstı. Yaşamak için sebebim olan kadın koptu gitti ömrümden. Ben anlamımı,
mücadelemi, umutlarımı, sevdiğimi kaybettim. Ruhum şad olsun iyi insandım aslında.
Hakkımı herkese helal ettim. "Sen benim için önemlisin, en iyi
arkadaşımsın ve arkadaşlığını kaybetmek istemem" saçmalığıyla öldüm ve
toprağa verilmedim. Ben karıma aşıktım. Ve Ona başka türlü, herhangi biri gibi,
başkasıymış gibi nasıl davranabileceğimi bilemediğimden fişimin çekilmesini
istedim. Canımı kaybettim dostlar. Kendimi kaybettim.
Siz hiç yaşarken öldünüz mü?
Ben ölüyüm. Aranızdayım. İstanbul'un sokaklarında yürüyorum. Çay içiyorum. Kalbim atıyor. Nefes alıyorum. Amcamın ağaçları budamasıyla benim yarın sabaha uyanacak olmam arasında bir fark yok. Pes ettim. Kabullendim. Biliyorum kendimi...
Ben böyle olduğum için hayat böyle. Benim hayatım benden ibaret. Ve kalbim attıkça ben kendimi yaşıyor sayacağım.
Bunca eksilen insanlarımla yaşadığıma yaşamak denirse...
Sizde nefes alıp verdikçe beni yaşıyor sayın.
Bundan sonra ölü bir adamın (zombiler gerçekmiş) satırlarını okuyacaksınız.
Sarıldım boynuna sımsıkı.
Kendine iyi bak.